Ortadoğu yeniden kaynıyor. İsrail ve İran arasında yaşanan gerilim artık yalnızca örtülü operasyonlarla sınırlı değil; doğrudan askeri hamlelerin konuşulduğu, bölgeyi topyekûn bir yangına sürükleyebilecek bir aşamaya gelmiş durumda. Peki bu kriz, Türkiye’yi nasıl etkiliyor?

İran’ın Suriye ve Lübnan üzerinden yürüttüğü vekil savaşları, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki sert politikalarıyla çarpışırken, bölgedeki denge unsuru olma rolünü uzun süredir üstlenen Türkiye için zor bir sınav ortaya çıkıyor. Zira Türkiye hem jeopolitik konumu hem de diplomatik ağırlığı ile bu krizin pasif bir izleyicisi olamaz.

Bir yanda Filistin davasına olan tarihi ve vicdani sorumluluk, diğer yanda İran’ın bölgesel politikalarının doğurabileceği istikrarsızlıklar… Türkiye’nin bu karmaşık tabloda izlediği denge politikası, hem Batı’yla olan ilişkilerini hem de bölge halklarıyla kurduğu gönül bağını doğrudan etkiliyor.

İsrail-İran gerilimi sıcak çatışmaya dönmüş durumda, bu hususta Türkiye’nin güvenliği, göç dalgaları, enerji güvenliği ve iç politik dengeleri dahi etkilenebilir. Dolayısıyla Ankara, ne çatışmanın tarafı olmalı ne de sessiz kalmalı. Diplomasi kanallarının açık tutulması, arabuluculuk tekliflerinin gündeme getirilmesi ve uluslararası toplumun harekete geçirilmesi, Türkiye’nin aktif barış diplomasisiyle göstereceği yeni bir liderlik sınavı olabilir.

Bu krizin kazananı olmayacak. Ama kaybeden, sadece İran ya da İsrail değil; Ortadoğu halkları, çocuklar, gelecekler olacak. Türkiye, bu satrançta barışın dili olmalı. Özellikle gönül coğrafyamız Kudüs için ileriye dönük barışın tayin edebilmesi adına çok daha güçlü adımlar atılmalı. Türkiye bu hususta milli yatırım girişimlerini hızlandırmış durumda ve bölgede yegane yönlendirici güç olmaya başlamıştır.