Hayatın her alanında – ister iş dünyasında, ister siyasette, isterse sivil toplum kuruluşlarında olsun – bir fark vardır: tecrübeyle hareket edenle, tecrübesizce adım atan arasındaki fark.
Bu fark bazen bir kararın sonucunda, bazen bir cümlenin tonunda, bazen de bir adımın getirdiği sonuçta kendini gösterir.
Tecrübeli insan, yaşadığı olaylardan ders çıkaran, geçmişini geleceğe kılavuz eden insandır. O, aynı hatayı iki kere yapmaz. Duygularını kontrol eder, zamanı okur, insanları tartar. Bilir ki her doğru her yerde söylenmez, her fırsat aynı anda yakalanmaz.
Tecrübesiz ise çoğu zaman niyetinde samimidir ama yönünü bilmez. Acele eder, hemen sonuç ister. Her söyleneni gerçek zanneder, her el sıkışanı dost sanır. Halbuki hayat, “iyi niyet” kadar görgü, gözlem ve sabır da ister.
İş hayatında tecrübeli bir yönetici, krizi fırsata çevirebilir; tecrübesiz biri ise fırsatı krize dönüştürebilir.
Siyasette tecrübeliler bilir ki; bazen bir kelime, bir bakış, bir susuş bile büyük anlamlar taşır. Tecrübesizler ise en çok konuşarak en az şey anlatırlar.
STK dünyasında da aynı durum geçerlidir. Tecrübeli insan, hizmetin reklamını değil, sonucunu önemser. İşi sessiz yapar, gönül kazanır. Tecrübesiz olan ise ses çıkarır ama iz bırakmaz.
Bugün toplumun en büyük ihtiyacı, tecrübeyi gençliğin enerjisiyle buluşturmak. Çünkü yalnızca genç olmak yeterli değil; ama sadece yaş almak da tecrübe sayılmaz. Tecrübe, yaşananlardan alınan derstir, olgunluktur, farkındalıktır.
Bir kurumun, bir derneğin, bir partinin veya bir işin ayakta kalmasını sağlayan şey, bilgi değil sadece: tecrübeli akılların sabırla, ölçüyle, ferasetle yönetmesidir.
Sonuçta, tecrübe dediğimiz şey, hataların bıraktığı izlerden doğar.
Ama asıl mesele, o izleri görüp yeniden aynı yere basmamaktır.
İşte hayat da, siyaset de, STK da tam olarak burada şekillenir:
Tecrübe ile hareket edenler yön verir; tecrübesizce hareket edenler yön arar